Davacı vekili müvekkil ile davalı şirket arasında ticari ilişki bulunduğunu, davacının demir çelik madenlerinin satın alımı ile depolanması nedeniyle düzenlemiş olduğu 26 adet senedi davalı şirkete verdiğini, ancak 04.10.1991 tarihinde taraflar arasında bir protokol yapıldığını ve bütün senetlerin iptaline karar verildiğini, bu protokole rağmen davalı şirketin senetleri icra dairesine verdiğini ve müvekkili hakkında takip başlattığını, bu takip sırasında Pendik 1. İcra Dairesinin 1992/7621 talimat dosyasında Ballıca Köyü 249 parsel sayılı taşınmazda bulunan davacı hissesinin cebri icra ile satıldığını, davacının bahsi geçen senetlerden dolayı borcunun bulunmadığını ileri sürerek cebri icra yolu ile davalıya satılan hissenin iptali ve müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep

YHGKEsas : 2017/1276Karar : 2017/1192Tarih : 14.06.2017 TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI

Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı vekili müvekkil ile davalı şirket arasında ticari ilişki bulunduğunu, davacının demir çelik madenlerinin satın alımı ile depolanması nedeniyle düzenlemiş olduğu 26 adet senedi davalı şirkete verdiğini, ancak 04.10.1991 tarihinde taraflar arasında bir protokol yapıldığını ve bütün senetlerin iptaline karar verildiğini, bu protokole rağmen davalı şirketin senetleri icra dairesine verdiğini ve müvekkili hakkında takip başlattığını, bu takip sırasında Pendik 1. İcra Dairesinin 1992/7621 talimat dosyasında Ballıca Köyü 249 parsel sayılı taşınmazda bulunan davacı hissesinin cebri icra ile satıldığını, davacının bahsi geçen senetlerden dolayı borcunun bulunmadığını ileri sürerek cebri icra yolu ile davalıya satılan hissenin iptali ve müvekkili
adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 10.07.2014 gün ve 2013/234 E., 2014/305 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin dahili davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23.02.2016 gün ve 2014/18028 E., 2016/2118 K sayılı kararı ile;

(…Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacıların temyiz itirazı yerinde değildir. Reddi ile usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA…)

Karar verilmiş, dahili davacılar vekilinin karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 13.10.2016 gün ve 2016/7058 E., 2016/9425 K sayılı kararı ile;

(…Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Dosya içeriğinden anlaşılacağı üzere;

Davacı vekili tarafından 24.11.2009 tarihinde dava konusu 249 parsel sayılı taşınmazın davalı adına yolsuz tescil edildiğinden bahisle tapu iptal ve tescil davası açıldığı,

Mahkemece 27.10.2005 tarihli ve 2004/484-2005/459 sayılı karar ile tapu kaydının icra takibi ile oluştuğundan, ihalenin feshi davası dışında tapu iptal ve tescil istenilemeyeceğinden davanın reddine karar verildiği;

Bu kararın Dairece verilen 23.10.2008 tarihli 2008/6451-10756 sayılı kararı ile ihalenin feshi davalarında taşınmazın aynına ilişkin irdeleme yapılmadığından, icra hukuku ile sınırlı inceleme yapıldığından, ihalenin yöntemine uygun icra edilip edilmediği değerlendirildiğinden, eldeki davanın ise, davalı adına oluşan tapu kaydının illetten yoksun ve tescilin yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu iddiasına dayanıldığından mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği,

Karar düzeltme talebinin de reddedildiği,

Mahkemece, bozma kararına karşı 12.05.2009 tarihinde direnme kararı verildiği,

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 04.11.2009 tarihli 2009/409-478 sayılı kararı ile Mahkemece verilen kararın yeni hüküm olduğundan dosyanın Daireye gönderildiği, Daire`nin 29.12.2009 tarihli 2009/12926-14031 sayılı kararı ile 04.10.1991 tarihli protokol hükümlerine uyulması gerektiğinden buna göre, icra takibine konu senetler hükümsüz nitelikte bulunduğundan ve tescil yolsuz olduğundan davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğinden mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği,

Karar düzeltme talebinin reddedildiği,

Mahkemece bozma kararına uyulduğu ve 27.12.2011 tarihli 2010/425-2011/604 sayılı karar ile Daire bozma kararı uyarınca davanın kabulüne karar verildiği,

Bu kararın Dairece 03.07.2012 tarihli ve 2012/5062-8345 sayılı karar ile önceki bozmanın dayanağını teşkil eden protokol aslı bulunmadığından ve ibraz edilmediğinden davanın kabulüne ilişkin kararın davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden kesin olarak bozulmasına karar verildiği,
Davacı tarafça karar düzeltme talebinde bulunulduğu, Dairece verilen 07.03.2013 tarihli 2013/2040-3433 sayılı karar ile taşınmazdaki davalı payının davada taraf olmayan … Enerji Ltd. Şti`ne temlik edildiğinden 6100 sayılı HMK`nun 125/1.maddesi gereğince değerlendirme yapılması gerektiğinden yukarıda belirtilen Mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulmasına, diğer karar düzeltme nedenlerinin incelenmesine yer olmadığına karar verildiği,
Mahkemece bu bozma kararına da uyulduğu, davacı tarafça taşınmazı temlik alan şirkete karşı davaya devam edildiği, 10.07.2014 tarihli 2013/234-2014/305 sayılı karar ile mahkemece davanın reddine karar verildiği,

Dairece, 23.02.2016 tarihli 2014/18028-2016/2118 sayılı karar ile yerel mahkeme kararının onanmasına karar verildiği,

Bu karara karşı da davacı tarafça 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun (HMK) 373.maddesinde yapılan düzenleme doğrultusunda temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nca yapılması gerektiğinden ve kendileri yararına usûli kazanılmış hak oluştuğundan söz edilerek delil olarak dayandıkları 04.10.1991 tarihli protokolün mahkeme kasasına alındığından bahisle dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`na gönderilmesini ve mahkeme kararının bozulması talebi ile karar düzeltme istenildiği görülmektedir.

Bilindiği üzere, 17.04.2013 günlü ve 6460 sayılı Yasa ile eklenen HMK`nun 373. maddesinin 6., 1086 sayılı HUMK`nun 26.09.2004 tarihli 5236 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten önceki 439. maddesinin 6. ve değişiklikten sonraki 429. maddesinin 4. fıkrası gereğince “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” hükmü getirilmiştir.

Usûle ilişkin bu düzenlemenin mevcut dava dosyalarına da uygulanması gerekir.

Yukarıda açıklandığı üzere; yerel mahkemece davanın reddine ilişkin verilen 12.05.2009 tarihli karar Dairenin 29.12.2009 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğinden bozulmuş, yerel mahkemece Daire bozma kararı doğrultusunda 27.12.2011 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiş, bu kararda Dairenin 03.07.2012 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuş, karar düzeltme talebi üzerine Dairece 07.03.2013 tarihinde yerel mahkeme kararı 6100 sayılı HMK`nin 125/1. maddesi gereğince değerlendirme yapılmak üzere değişik gerekçe ile bozulmuş, bozma nedenine göre diğer nedenler inceleme dışı tutulmuş, yerel mahkemece bu bozma kararına da uyulmuş, 10.07.2014 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafça temyiz edilen bu karar Dairenin 23.02.2016 tarihli kararı ile onanmış, onama kararına karşı karar düzeltme talep edilmiştir.

Dairece verilen son karar tarihi itibarı ile davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır hükmü yürürlüktedir ve temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerekmektedir.

Anılan bu husus karar düzeltme isteği üzerine bu defa yapılan inceleme sonucu anlaşıldığından, davacılar vekilinin karar düzeltme isteğinin açıklanan nedenden dolayı (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`nun 440. maddesi uyarınca kabulü ile, Dairenin 23.02.2016 tarihli 2014/18023 Esas – 2016/2118 Karar sayılı ONAMA KARARININ ORTADAN KALDIRILMASINA, dosyanın gereğinin takdiri için YARGITAY HUKUK KURULUNA GÖNDERİLMESİNE…)

Karar verilerek dosya Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmiştir.

TALEPTE BULUNAN: Dahili davacılar vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkil ile davalı şirket arasında ticari ilişki bulunduğunu, davacının demir çelik madenlerinin satın alımı ile depolanması nedeniyle düzenlemiş olduğu 26 adet senedi davalı şirkete verdiğini, ancak 04.10.1991 tarihinde taraflar arasında bir protokol yapıldığını ve bütün senetlerin iptaline karar verildiğini, bu protokole rağmen davalı şirketin senetleri icra dairesine verdiğini ve müvekkili hakkında takip başlattığını, bu takip sırasında Pendik 1. İcra Dairesinin 1992/7621 talimat dosyasında Ballıca Köyü 249 parsel sayılı taşınmazda bulunan davacı hissesinin cebri icra ile satıldığını, davacının bahsi geçen senetlerden dolayı borcunun bulunmadığını ileri sürerek cebri icra yolu ile davalıya satılan hissenin iptali ve müvekkili
adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Dahili davacılar vekili davacı Mustafa Kemal Derinkök’ün 26.12.2011 tarihinde vefat ettiğini, bu nedenle davacının mirasçılarının davaya dahil edilmesi gerektiğini beyanla davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.

Davalı şirket vekili müvekkili şirketin davacıdan olan alacağını tahsil etmek amacıyla icra takibi başlattığını, davacının iddia ettiği gibi taraflar arasında borç yenileme, itfa, ihmal veya temdide yönelik maddi bir vakıanın gerçekleşmediğini, davaya konu taşınmazın satışına 1992 yılında başlandığını ve 1993 yılında taşınmazın satışının tamamlandığını, devamında da müvekkil şirket adına kayıt ve tescil edildiğini, davacının itiraz hakkını kullandığını, itirazların değerlendirilmesi üzerine ihalenin kesinleştiğini, her ne kadar davacı protokol ile borç ilişkisinin 10 eşit takside bölündüğünü belirtmiş ise de bu iddianın yerinde olmadığını, borç ilişkisinin 1992 yılında doğduğunu, parselin satışının ve davalı şirket adına tescilinin ise 1993 yılında olduğunu, davacı tarafın satış işlemi üzerine ihalenin feshi davası açtığını ve davanın davacı aleyhine sonuçlanarak kesinleştiğini, bu nedenle ortada bir kesin hükmün de bulunduğunu, kaldı ki davacının eldeki davayı süresinde açmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Dahili davalı şirket vekili davanın haksız olduğunu bu nedenle reddinin yerinde olacağını belirtmiştir.

Feri müdahil vekili müvekkilinin, davalı müflis … Makine San ve Tic A.Ş.‘nin % 35 hissesinin pay sahibi olduğunu, dolayısıyla feri müdahil sıfatıyla davaya katılmasının gerektiğini, feri müdahillik şartlarının somut olayda mevcut olduğunu, davalı tarafın davayı kazanmasında müvekkilinin hukuki yararının bulunduğunu ifade etmiştir.

Mahkemece (27.10.2005 tarihli ilk karar) davacı üzerine kayıtlı bulunan taşınmaz hissesinin, davacının davalı şirkete olan borcu nedeniyle başlatılan icra takibinin kesinleşmesi sonucu ihale yoluyla davalı şirkete satıldığı, yapılan ihalenin usulsüz olduğu iddiasıyla davacı tarafından açılan ihalenin feshi davasının ise reddine karar verildiği ve kesinleşen ihale sonucu hissenin davalı şirket adına tescil edildiği, taşınmazın davalı şirket tarafından iktisabının kesinleşen icra takibine neticesinde icraen yapılan ihale suretiyle oluştuğu, davacının borcu olmayan bir parayı ödemek zorunda kalması durumunda, ödediği bu parayı zamanaşımı süresi içerisinde isteyebileceği, dolayısıyla ihale ile satılan taşınmazın tapu kaydının iptalinin istenemeyeceği, davacı tarafından açılan ihalenin feshi davasının reddedilip kesinleşmesi ile birlikte ihalenin yerindeliğinin kesin olarak ortaya çıktığı, ihalenin feshi davası dışında tapunun devrini önleyecek hukuki bir yolun da söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine;

Özel Dairece (23.10.2008 tarihli ilk karar) eldeki davanın ileri sürülüş biçimi itibariyle, kaydın davalı taraf adına oluşumunun illetten yoksun olduğu, bu nedenle yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu iddiasına dayalı olduğu, dolayısıyla davanın mülkiyet hakkına dayalı olarak her zaman açılabileceği, davanın, davalı hakkında iflasın gerçekleşmiş olması halinde İflas Masasına yöneltilmesi gerektiği belirtilerek bozulduğu;

Davalı … Makine San ve Tic. A.Ş. vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine;

Özel Dairece (19.03.2009 tarihli karar) karar düzeltme isteğinin reddedildiği;
Yerel Mahkemece (Özel Dairenin bozma kararına karşı 12.05.2009 tarihli ikinci karar) icraen yapılan ihale ile davalı şirketin iktisapta bulunduğu, davalı alacaklının bu iktisapta 3. kişi konumunda bulunduğu, icra takibinin haklı ya da haksız olmasının ya da borcun gerçekten var olup olmamasının ihale ile taşınmazı alan kişinin iktisabına etkisinin olmadığı, iktisabın ancak ihalenin feshi durumunda hükümsüz kalacağı, bu durumda da yolsuz tescile dönüşümün söz konusu olacağı, borçlu yönünden gidilebilecek hukuki yolların, İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesinde açıkça düzenlendiği, menfi tespit davası açılarak lehe alınacak bir kararla icra takibinin ve satışın durdurulabileceği, icra takibinden sonra açılan menfi tespit davası ile satış durduramayacağı için dava neticelenmeden satışın yapılması durumunda davanın istirdat davasına dönüşeceği, icra veznesine girecek paranın alacaklıya ödenmemesi için alınan ihtiyati tedbir kararının bulunması veya alacağın henüz ödenmemiş olması durumunda satış yoluyla icra veznesine giren paranın borçluya iade edilebileceği, fakat ihale ile yapılan satış geçersiz kabul edilerek malın alacaklıdan geri alınamayacağı, dolayısıyla tek yolun ihalenin feshi kararı almak olduğu, bu durumda ihalenin hükümsüz kalacağı, somut olayda ihalenin feshedilmemiş olması nedeniyle yolsuz tescilden bahsedilemeyeceği, yine davacının bütün hukuki yollara başvurduğu, kıymet takdirlerine itiraz ettiği, ihalenin feshi davası açtığı ve bu dava için iadeyi muhakeme talebinde bulunduğu, bu yönü ile davacının bütün hukuki yolları tükettiği, davacının 04.11.1991 tarihli protokole dayanarak menfi tespit davası açtığı, 19.09.1994 tarihinde açılan bu davada satışa esas İstanbul 3. İcra Dairesi’nin 1992/4216 numaralı takip dosyasındaki borç nedeniyle de talepte bulunduğu, ancak bu davanın reddedildiği, yani borcun olmadığı iddiası yönünden bu kararın kesin delil niteliğini aldığı, eldeki davanın tapu iptali olduğu, bu nedenle kesin hükmün uygulanmayacağı, ancak kesin delil teşkil ettiği dikkate alındığında artık davaya dayanak yapılan protokolün yeniden değerlendirilemeyeceği, TMK’nın 705. maddesinde taşınmaz mülkiyetinin iktisabının tescille olacağı, bazı durumlarda tescilden önce kazanılacağının belirtildiği, belirtilen bu durumlardan birisinin cebri icra olduğu, cebri icranın olması halinde tescilden önce mülkiyetin kazanılacağı, mevcut olayda cebri icra ile iktisabın söz konusu olduğu, yolsuz tescilin ancak mülkiyetin devrine esas TMK’nın 706. maddesi uyarınca resmi şekilde yapılan sözleşmelerde irade feshadı bulunması durumunda ortaya çıkabileceği, bu hususların da ehliyetsizlik, hata, hile, tehdit, muvazaa gibi aktin geçersizliği durumları olduğu, somut olayda ise mülkiyetin devrine esas taraflar arasında yapılmış resmi bir sözleşmenin bulunmadığı, mülkiyetin devri nedeninin cebri satış olduğu, ihalenin feshi söz konusu olmadıkça tescilin yolsuzluğundan da bahsedilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verildiği, direnme kararının davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine;

Hukuk Genel Kurulunca (04.11.2009 tarihli karar) yerel mahkemenin, özel dairenin bozma kararında belirttiği hususları irdeleyerek önceki hükümden farklı, yeni bir hüküm tesis ettiği, bu durumda ortada bir direnme kararı bulunmayıp yeni hüküm olduğu, dolayısıyla temyiz incelenmesi yapma görevinin, Hukuk Genel Kurulu’na değil, ilgi Özel Daireye ait olacağı belirtilmek suretiyle dosyanın, temyiz incelemesi yapılmak üzere 1.Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verildiği;

Dosyanın Hukuk Genel Kurulu tarafından Özel Daireye gönderilmesi üzerine;

Özel Dairece (29.12.2009 tarihli ikinci karar) 4.10.1991 tarihli protokol içeriği değerlendirildiğinde hükümsüz nitelikteki senetlerin icra takibine konu edilerek ihale ile çekişmeli payın satışına ve böylece yolsuz tescilin oluşmasına sebebiyet verildiği ve Türk Medeni Kanununun 1025.maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen halin gerçekleştiği, bu nedenle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulduğu;

Davalı … Makine San ve Tic. A.Ş. vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine;

Özel Dairece (14.07.2010 tarihli karar) karar düzeltme isteğinin reddedildiği;

Yerel Mahkemece (Özel Dairenin bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde verilen 27.12.2011 tarihli üçüncü karar) taraflar arasında yapılan 04.10.1991 tarihli protokol ve 26 adet senet için davacının ibra ettiği senetlerin karşılıksız kaldığının kararlaştırıldığı, yine protokol hükümlerine davalı vekili tarafından itiraz edilmediği, bu itibarla senetlerin davacıya işlem yapılmadan iade edilmesi gerektiği halde iade edilmeyerek takibe konulduğu ve dava konusu payın bu nedenle ihalesi ile davalı şirkete satıldığı, ihalenin hükümsüz senetlere dayandığı, dolayısıyla tescilin yolsuz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne ve taşınmazda davalı şirket adına kayıtlı olan hissenin iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verildiği, hükmün davalı şirket vekili ve feri müdahil tarafından temyiz edilmesi üzerine;

Özel Dairece (03.07.2012 tarihli üçüncü karar) taraflar arasındaki çekişmenin giderilmesinin bozma kararına esas alınan 04.10.1991 tarihli “protokol” başlıklı belgenin aslının ibrazı ile mümkün olacağı ve buna bağlı olarak davacının ibra edilip edilmediğinin ortaya çıkacağı, ancak anılan ibranamenin aslının bulunmadığı, dolayısıyla fotokopi belgeye dayanılarak davacının ibra edildiğinin kabul edilemeyeceği, Daire bozma kararının sonradan ortaya çıkan duruma göre maddi hataya dayalı olduğu ve davada dayanılan çekişme konusu taşınmazın sicil kaydının oluşumunun TMK`nun 1025. maddesinde öngörülen yolsuz tescile dayalı olduğunun söylenemeyeceği, bu itibarla davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulduğu;
Dahili davacılar vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine;

Özel Dairece (07.03.2013 tarihli karar) davalı tarafça ibraz edilen tapu kaydına göre, taşınmazdaki davalı payının davada taraf olmayan üçüncü kişi Güven Enerji Ltd. Şti.ne devredildiği ve tapuya tescil edildiği, HUMK.nın 186.maddesinde (6100 sayılı HMK’nın 125. maddesi) dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki halinde yapılacak usulü işlemlerin düzenlendiği, 6100 sayılı HMK’nın 125/1. maddesinde, dava açıldıktan sonra davalının, dava konusunu (müddeabihi) bir başkasına temlik etmesi durumunda davacı taraf seçimlik hakkını kullanarak, dilerse temlik eden ile olan davasından vazgeçerek davaya devralan kişiye karşı devam edebileceği gibi dilerse davasını temlik eden kişi hakkında tazminat davasına dönüştürebileceğinin açıkça ifade edildiği, kendiliğinden (resen) gözetilmesi zorunlu bulunan bu usul kuralına göre, mahkemece davacı yana seçimlik hakkının hatırlatılmasının gerektiği belirtilerek 6100 sayılı HMK’nın 125/1. maddesi gereğince değerlendirme yapılmak ve usuli işlemler tamamlanmak üzere, mahkemenin 27.12.2011 tarih ve 2010/425 E. 2011/604 K. sayılı kararının bozulmasına ilişkin Dairenin 03.07.2012 tarih ve 2012/5062 E. 2012/8345 K. sayılı kararının kaldırıldığı ve hükmün bu gerekçe ile bozulduğu;

Yerel Mahkemece (Özel Dairenin bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde verilen 10.07.2014 tarihli dördüncü karar) davacı vekilinin 28.05.2013 tarihli dilekçe ile yeni malik … Enerji Ltd. Şti.’yi davaya dahil etmek istediğini bildirip davaya dahil olan davalı … Ltd. Şti aleyhine devam etmek istediğini açıkça ifade ettiği, davacı tarafa 04.10.1991 tarihli protokol aslını ibraz etmesi için de 06.03.2014 tarihli celsede 30 günlük kesin sürenin verildiği, ancak kesin süreye rağmen protokol aslının dosya içerisine ibraz edilmediği, bu yönü ile davacının borçtan ibra edilmiş sayılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği;

Dahili davacılar vekilinin yeniden temyizi üzerine kararın Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle önce onandığı, sonrasında ise verilen onama kararı kaldırılmak suretiyle dosyanın Hukuk Genel Kurulu’na gönderildiği anlaşılmıştır.

Hukuk Genel Kurulu önüne gene uyuşmazlığın özü; fotokopi niteliğindeki 04.10.1991 tarihli protokolün ihtilafın çözümünde esas alınıp alınamayacağı, burada varılacak sonuca göre davacı tarafın yolsuz tescil iddiasının kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, Yerel mahkemece Özel Daire bozma kararına uyularak verilen 10.07.2014 tarihli red kararının temyizi üzerine Özel Dairece kararın önce onandığı, dahili davacılar vekilinin karar düzeltme talebi üzerine bu kez onama kararı kaldırılmak suretiyle gereğinin taktiri için dosyanın Hukuk Genel Kurulu’na gönderildiği anlaşılmakla, eldeki dosyanın 17/04/2013 tarihli 6460 sayılı “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra (“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.”) kapsamında kalıp kalmadığı, burada varılacak sonuca göre temyiz inceleme görevinin Hukuk Genel Kurulu’na mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu, Hukuk Genel Kurulu’nun görevli olduğunun benimsenmesi halinde dahili davacılar vekilinin 29.09.2014 harç tarihli karar düzeltme dilekçesinden önce verdiği 02.09.2014 harç tarihli temyiz dilekçesindeki temyiz talebinin duruşmalı olarak incelenmesi yönündeki beyanı dikkate alındığında bu talebin duruşmalı olarak incelenip incelenemeyeceği, temyiz talebinin duruşmalı olarak incelemesi gerektiğinin kabulü halinde gerekli tebligat giderlerinin tamamlanması amacıyla dosyanın mahalline geri çevrilmesinin gerekip gerekmediği hususu ilk ön sorun olarak tartışılıp, değerlendirilmiştir.

Öncelikle belirtilmelidir ki; 17.04.2013 tarih ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16`ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra:

“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır”
Hükmünü amir olup, anılan maddenin gerekçesinde ise;

“Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir.

“Kesin bozma”, denetim mahkemelerinin yargılama hukukuna kazandırdığı bir kavramdır. Bu kavram, ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini öngören bozmaları içermektedir. Denetim mahkemesinin, aynı dava hakkında, verilerde değişme olmadan, birden fazla ve birbirine zıt kesin bozma kararı vermesi, başlı başına hukuk güvenliği sorununa işaret eder. İkinci kesin bozma kararı üzerine verilen ilk derece mahkeme kararlarının temyiz incelemesinin, veriler değişmediği halde, birbirleriyle çelişen bozma kararlarını veren dairece değil, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması, hem sorunun doğasının, hem de adil yargılama hakkının bir gereğidir. Ayrıca incelemede derecelendirmenin, içtihat istikrarına hizmet edeceği de açıktır.

Ülkemizde, istinaf kanun yolu yürürlüğe girmediğinden, Yargıtay hukuki denetim yanında maddi vakıa denetimi de yapmaktadır. Bu fiili durum, Yüksek Mahkemenin bazen kendi görevinin dışında görev alması sonucunu doğurabilmektedir. “Usuli müktesep hak” Yargıtayın müstekar içtihatlarıyla hukuk hayatımıza girmiş bir kavramdır. Yüksek Mahkeme bu ilkeye uygun davranarak birçok ilk derece mahkeme kararını bozmakta, çok istisnai olarak usuli müktesep hakkı dikkate almaksızın karar vermektedir. Aslında verilen bu kararlar istinaf kanun yolunun henüz hayata geçirilememesinin sonuçlarındandır.

Bu düşünceden hareketle, değişiklik sadece 1086 sayılı Kanunun istinaf sisteminden önce yürürlükte olan metninde yapılmaktadır. Düzenlemenin kalıcı şekilde 6100 sayılı Kanunda da yer alması, Yargıtayın “usuli müktesep hak” kavramından vazgeçtiği şeklinde bir algı doğurabileceğinden, söz konusu hükmün bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hukuki varlığını sürdürmesi amaçlanmıştır.

Yapılan düzenleme, denetim mahkemelerinin fonksiyonlarına uygun ve denetimi kademelendirerek güçlendiren yeni bir usuli mekanizma öngörmektedir.” denilmektedir.

Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.

Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.

Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 294/1. maddesinde mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hakimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen, usulden ret kararları (HMK m.115/2) da usule ilişkin nihai kararlardır.

Esasa ilişkin kararlar ise hakimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m.303)(Kuru, Baki:Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005).

Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2015 gün ve 2014/8-2485 E., 2015/850 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Somut olayda, yolsuz tescil hukuksal nedeniyle tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davada yerel mahkemece Özel Dairenin bozma ilamına uyularak 04.10.1991 tarihli protokol ve 26 adet senet için davacının ibra ettiği senetlerin karşılıksız kaldığının kararlaştırıldığı, yine protokol hükümlerine davalı vekili tarafından itiraz edilmediği, bu itibarla senetlerin davacıya işlem yapılmadan iade edilmesi gerektiği halde iade edilmeyerek takibe konulduğu ve dava konusu payın bu nedenle ihalesi ile davalı şirkete satıldığı, ihalenin hükümsüz senetlere dayandığı, dolayısıyla tescilin yolsuz olduğu belirtilerek verilen davanın kabulüne dair 27.12.2011 tarihli üçüncü karar Özel Dairece ibranamenin aslının bulunmadığı, fotokopi belgeye dayanılarak davacının ibra edildiğinin kabul edilemeyeceği, Daire bozma kararının sonradan ortaya çıkan duruma göre maddi hataya dayalı olduğu ve davada dayanılan çekişme konusu taşınmazın sicil kaydının oluşumunun TMK`nın 1025. maddesinde öngörülen yolsuz tescile dayalı olduğunun söylenemeyeceği, bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, dahili davacılar vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Özel Dairece 07.03.2013 tarihli karar ile 6100 sayılı HMK’nın 125/1. maddesi; dava açıldıktan sonra davalı … Makine San ve Tic. A.Ş.’nin, dava konusunu (müddeabihi) bir başka şirket olan …’ne sattığı, bu nedenle davacı tarafa seçimlik hakkının hatırlatılmasının gerektiği açıklanmak suretiyle Dairenin 03.07.2012 tarih ve 2012/5062 E. 2012/8345 K. sayılı kararının kaldırılmasına ve hükmün bu yönden bozulmasına karar verilmiştir. Buna göre dahili davacılar vekilince karar düzeltme talep edilen üçüncü karar Özel Dairece önceki bozmayı ortadan kaldıracak nitelikte olmayıp, HUMK’nın 186. maddesinde (6100 sayılı HMK’nın 125. maddesi) belirtilen dava konusunun devri ve taraf değişikliğinin hatırlatılması yönündedir.

Görüldüğü üzere 17.04.2013 tarih ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1.maddesiyle 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16`ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın eldeki davada uygulanma imkanı bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca yukarıda içeriğine yer verilen hukuki olgular da dikkate alınarak, yerel mahkemece verilen üçüncü kararın temyizen inceleme görevi Hukuk Genel Kurulu’na ait değil Özel Daireye atittir.

Bu nedenle, temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ:Yukarıda gösterilen nedenlerle dahili davacılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 14.06.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YHGK 14.06.2017 E.2017/1276 – K.2017/1192